YURDUMUZUN her yerinde hava sıcaklıkları, nem oranı çok yüksek. Bulunduğunuz kapalı mekândan dışarı adım attığınız an, saçınızın telinden ayaklarınıza kadar duştan çıkmış gibi olmanız için iki dakika yetiyor. Bu sıcak havada Covid-19 virüsünün varlığını unutturmayan, takmamız gereken bir de maske var tabii.
Bu koşullarda yazmak için klavyeye uzanan parmaklarımın önünde iki tercih oluyor. Ülke gündeminden kopmadan yazıp bunaltan meteorolojik havayı daha da ağırlaştırmak, diğer tercih de masal yazıp fıkra anlatmak. İkinci tercih okuru serinletir, güldürür mü?
Sanmıyorum. Ülkeyi, toplumu; masal ve fıkralarla yıllardır avutup serinleten siyasetçiler, siyasi iktidarlar, mizah yazar ve çizerlerini bile yeni iş arayışlarına iterken, benim masal ya da fıkra anlatmam eleştirilere neden olur. Bu yüzden vicdan ve cüzdan arasına sıkışmamış, meslek etiğine saygılı her meslektaşım gibi yine sıcağı daha sıcak kılan gündemimize bakalım...
Yaklaşık bir haftadır Marmara, Ege, Akdeniz’de nefes almamızı sağlayan ormanlarımız aynı anda, ayrı ayrı noktalarda başlayan alevlere teslim oldu. O bölgelerde ikamet eden ya da tatilde olanlar, alevleri gözyaşları içinde çaresizce izledi. Evi, bahçesi, işyeri yanan, yanma tehlikesi atlatanlar; sıcağın en acısını, en dayanılmazını hissetti. Gönüllü olarak yangın söndürme ekiplerine su taşırken hayatını kaybeden 20 yaşındaki Şahin Akdemir'in acı ateşi ise, sadece o beldeyi değil, tüm ülkeyi yaktı.
Her orman yangınında olduğu gibi terör örgütü mü, bölgeyi betona boğmak isteyen rant çeteleri mi yaktı tartışmaları ile ilgili haberler, ulusal medyada birbirini tutmadı. Toplum; öfkesini kusacak yer ararken, hedef gösteren bu haberler, zaten gergin olan ortamı daha da gerdi. ''Ormanı yakan iki PKK’lı yakalandı.'' haberini servis eden ünlü haber ajansı DHA, valiliğin bu bilgiyi yalanlaması üzerine haberi sessiz sedasız kaldırdı. Ciddi gündem yazalım diyoruz ama önümüze düşen haberler buna izin vermiyor bazen. ''Orman yangınına neden olan 10-12 yaşlarında iki çocuk, pedagoglara verdikleri ifadede “Kitap yakıyorduk, sıçradı.” diyor. Şimdi yanan ormana mı, bu çocukların kitap yakmasına mı ağlayalım? Darbe dönemlerinde, sonbaharda evlerin soba bacalarından yükselen kitap kokulu dumanları ciğerlerine ağlayarak çekenler iyi bilir, kitap yakmanın orman ve insan canını yakmak kadar acı olduğunu. Bu çocuklara kitabın değerli bir kaynak olduğunu öğretemeyen, kitap yaktıran eğitim sistemini de sorgulamayalım değil mi?
Yangın bölgesindeki yerel yöneticilerin, yangın söndürme uçağı istemek için tüm gün aramalarına rağmen ulaşamadıkları THK'nın kayyum başkanının 24 saat sonra ortaya çıkıp ''Kızım kadar sevdiğim bir gencin düğünündeydim.'' demesine de bir şey demeyelim. Halay çekip çekmediğini mi soralım? Doğru ya ''Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler.'' Yani, Kıptı beyi kendini överken hırsızlığını söyler.
KKTC’ye üç ayrı uçakla, aynı gün, aynı saatte giden üç bakana, ''Neden yangın söndürme uçağımız yok, neden Rusya'dan yangın söndürme uçakları yardıma geliyor da bizim uçaklarımız hangarlarda çürüyor?'' diye sormak, Cumhurbaşkanlığının uçak sayısını hatırlatmak, ABD’de gökdelen yaptıran Kızılay'ın bugüne kadar toplanan bağışların hesabını veremezken, yangının duygusal boyutunu kullanarak IBAN ve SMS yoluyla halktan 10 lira istemesine ''Dilencilik bile saygı duyulan bir meslektir.'' demek suça girer mi? Evi, bahçesi, çiftliği yanmış vatandaşları ziyaret ederken ''Söndürme uçağımız neden yok?'' diyen vatandaşa ''Amca'' diye seslenen Dış işleri Bakanı Çavuşoğlu'nun ''Bırak amca, abi kelimelerini, neden yangına müdahale edecek uçağımız yok?'' cevabı karşısında onlarca koruması arasında meydandan kaçmasını yazmak da havayı giderek ısıtıyor değil mi?
Aslında bu kadar kelimeye, cümleye, eğip bükmeye gerek yok bu sıcaklarda. Bir söz vardır hepimizin bildiği, sonda söylenmesi gerekeni başta söylemek. Ben yine tersini yapıyorum, başta gerekeni sonda söyleyeyim; atalarımızın kan ve canlarını feda ederek kurup bizlere koruyun diye bıraktıkları bu vatanın her karış toprağı nasıl kutsalsa, her ağacı, her ağacın her dalı ayrı ayrı kutsaldır. Yakan, yaktıran, onlara engel olamayan, sorumluları bulup cezasını veremeyen, yüreğimizi yakan siyasetçi, bürokrat kim varsa bu yangınların sorumlusu olarak hesabını vermelidir.
Yumurtadan çıkamayan kuşun ahı var, yanan tavuğun küllü bedeninin hesabı var. Kaçamayan koyunun, diri diri yanan ineğin hesabı var. Dalın, yaprağın, insan emeğinin, gözyaşının ahı var.
Hesap verilmezse, ormanlarımızın yok olduğunu, yerine betonların dikildiğini görmeye; “Yangın, turizm bölgesine sıçramadı.” diyen tatil köyü ve otel sahibi turizm bakanını alkışlamaya devam ederiz.