Bizim Alanya’da bir balkonumuz, balkonda da küçük bir evimiz var! Bu yaz hayatımda ilk defa olarak çok uzun (3 ay 19 gün) bir tatil yaptım. Bu uzun tatilin bir gününü anlatıp, üç ay on dokuz dünle çarparsam, toplam yüz dokuz günü özetlemiş olurum. Denizle balkon arasında mekik, artı okuma. İşte size benim üç ay ondokuz günün özeti. Ben bu tatilde ufak tefek ayrıntıları bir kenara koyarsam, okuma ile uykuyu birbirine uladım. Okuyarak uyudum. Uyandım gene okudum. Ara sıra televizyon denilen soykayı da unutmamalıyım. Ana hatlarıyla işte böyle geçti üç ay on dokuz günlük uzun tatilimiz! Sizin anlayacağınız dinlenmekten bıktım, usandım, yoruldum. Böyle bir tatil bana göre değil. Belki bedenim dinlendi, ama ruh sağlığım bozuldu!
Benim ömrüm okumakla,
yazmakla, ders anlatmakla,
konuşmakla geçti.
Benim tek maşukam kitap,
divit, kalemdir.
Geriye kalanlar dert,
mihnet, elemdir.
Oysa bu tatil beni suyu kesilmiş değirmene çevirdi. Gene de sıcak gecelerde uyku kovalarken okumaya fer verdim. Okuduklarımın bir çoğu daha önce bildiğim, okuduğum kitaplar. Benim oğlum bina okur döner döner gene okur. Varsın olsun okuma gibisi var mı? Şimdilerde okuma denilen bu bulaşıcı hastalığın bir rakibi var. Bilgisayar! Hayret edin veya etmeyin, artık cümle alem bu bilgisayar denilen insan saymayan alete sevdalı. Herkes ona bakıyor, çevresini görmüyor. Okumanın pabucu dama atıldı. Bu meret sayesinde herkes her şeyi bildiğini sanıyor.
Eh artık birazda daha ciddi şeylerden bahsedelim, dişe dokunacak konulara girelim. Efendim bazı felsefeci ve düşünürlere göre insanlar hayatları boyunca üç tür yaşam biçimi ve biçemi içinde bulunurlar. Bu üç tür yaşam tarzı ve aşaması şunlardır:
1. Estetik Aşama
2. Etik Aşama
3. Dinsel Aşama
Saydığım bu üç aşamaya rağmen, pek çok insan hayatlarını tek bir aşamada sürdürürler. Mesela estetik aşamada yaşayan insanlar, günlerini gün edip, zevk-u sefa içinde yüzerler. Bunlar günü gününe yaşarlar, hayatın her anından zevk almaya, kâm almaya bakarlar.
Onlara göre güzel olan, keyif ve zevk veren her şey iyidir. Bu tür insanlar yalnız duyular yoluyla zevk almaya bakarlar. Gerçeği, sanatı, felsefeyi hatta dini yaptıkları işi bile ciddiye almazlar. Adeta hayatla gırgır geçerler. Nefislerinin dizginleri, zevkin, gösterişin elindedir. Epikürüst bir yaşam anlayışları vardır. Onlar nefs-i emmarelerinin emrindedirler. Bu insanlar daima geniş kapılardan geçmeyi tercih ederler, kolay yolları seçerler, dik yokuşlara asla ve kat’a sapmazlar. Medya başta olmak üzere çevrenize bir göz atın, bu tür insanları kolayca seçebilirsiniz. Onlara göre amaca ulaşmak için her yol mübahtır.
Haksızlık etmeyelim, estetik aşamada bulunan insanların bazıları, etik aşamaya geçmeyi isterler, ancak bu istek içten gelmelidir. Etik aşamaya damgasını vuran ciddiyet ve etik ölçüler, değerlerdir. Etik aşamada bulunan ya da bu aşamayı tercih edenler, ahlak yasasının ışığında yaşamaya çalışırlar. Bir bakıma acı çekerler. Sık sık nedametle hesaplaşırlar. Onlar ara sıra,
Tevbe ya rabbi hata rahına
gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip
ettiklerime
diye hayıflanırlar.
Bu yüzden etik aşama da tam manasıyla tatmin edici bir aşama değildir. Sadece görev aşkıyla yanıp tutuşanlar da sonunda bu aşamadan bıkar, yorgun düşerler, benim gibi emekli olup, hayatının sonuna yaklaşan insanlar bu süreci daha doğru değerlendirirler. Şimdi ben estetik aşamaya dönebilir miyim? Dönemem! İşte bu üç ay on dokuz günlük tatil böyle bir şeyin imkansız olduğunu gösterdi!
Kırk yıllık Kâni
Olur mu yani?
İhtimaller arasında üçüncü aşama, dini aşamada var. Biliyoruz ki insan ancak dini aşamada kendisiyle hesaplaşır! Biliyoruz inanıyoruz ki, “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle matmain olur.”
            (Kuran-ı Kerim 13/28)
Öyle sanıyor, inanıyorum ki bendeniz etik aşamanın dini aşamaya bitişen yamacından emekli oldum. Benim gibi emekli akademisyenlerin ve memurların durumu da böyledir. Bu sözünü ettiğim insanların dışında olanları yakinen bilmediğim için, onları dışarıda tutuyorum. Şimdi beni ve benim gibiler tekrar estetik aşamaya mı dönecekler, yoksa dini aşamaya mı atlayacaklar? Bilen bilir, bilmeyen bir elçim mercimek sanır? Damdan düşen gelsin. Gelsin de konuşalım!
    Efendim Yahudi’nin birisinin oğlu Müslüman olmuş. Olmuş olmasına ama çok geçmeden ecel yakasına yapışmış ve ölmüş. Cenazesi mezara götürülürken babası arkasından ağlıyormuş. “Kuzuuuum, Musa’yı küstürdün, Muhammed seni tanımaz, senin halin ne olacak?” İyi bir benzetme olmasa da konuya ışık tutuyor. Bizimkisi işte böyle. Bu denemenin sonu yaklaştı, tatlı bitirelim. Estetik aşamanın çukurunda yaşayan bir meslektaşım var. Bu adam iki de bir bana vefat eden bilim adamlarının beynindeki bilgileri elde etmenin çaresi yok mu diye sorar durur. Adam alışmış beleş yaşamaya, geniş kapılardan geçmeye, can çıkmadan huy çıkar mı? Ben emekli oldum ya, lafın ucunu bana da dokunduruyor. Geçenlerde aynı soruyu tekrar sordu. Bu defa sorusunu cevapsız bırakamazdım. Dedim ki şu Amerikalılar var ya çok çalışkan insanlar evladım, adamlar helal olsun, nihayet onun da çaresini bulmuşlar. Vefat eden bilim adamlarının taş bıçakla burnundan girerek, kafataslarının içindeki beyinlerini zedelemeden çıkarıyorlarmış! Bu güzelim beyinlerle hıyar turşusu kuruyorlarmış. Bak bak elin gavuruna bak. Bu turşu su, beyin, hıyardan oluşuyormuş. Limon mu sirkemi koyuyolar bilmiyorum. Başkaca bir nane yok. Bir hafta sonra mı desem bir ay sonra mı desem, onu iyi anlayamadım turşu geliyormuş! İşte bu hıyarları el değmeden yiyenler, o sorduğun bilgilerin tıpkısının aynısını alıyorlarmış. Sana kala kala diş kirası ödemek kalıyor, o da devede kulak! Heyecanlanan soru sahibi “bu yöntem Türkiye’ye ne zaman gelir diye sorunca dedim ki bu hızlı iletişim teknolojisi çağında çok sürmez hemen gelir. Sen merak etme! Hemen atıldı nasıl merak etmem hocam bu yöntem bize gelinceye kadar memlekette hıyar kıtlığı başlar, millet hıyar biriktirir ve de hıyar enflasyonu olur. Ben kimse duymadan hemen gidip hıyar toplayayım bari dedi.
Cehlin, bu kadarı ancak tedris
ile mümkündür
Karanlığı aydınlatmak idris
ile mümkündür.
-------------
NOT:
İdris: Kalemle yazı yazan yazarların ve terzilerin piri, çok okuyan çok bilen manasına gelir. (Kur’an-ı Kerim 13/28)