Ahmet Hamdi Tanpınar bir makalesinde 'Biz bilerek ya da bilmeyerek atasını öldüren Oedipus'un şaşkınlığı içerisindeyiz' der ve geçmişimizi ihmal ve inkar edişimizden yakınır. Millet olarak, bilerek mi, bilmeyerek mi orasını ben bilmem ama, geçmişimizi inkar ve ihmal etmede üstümüze yok. Tanpınar üstadımızın Yunan mitolojisinden etkilendiği bu misal anlam olarak da plan açısından bize uygun. Ancak bir Yunan yalanı olduğundan ne o, çok yönlü bir sanat ve bilim adamı olan Tanpınar'a doğrusu pek yakışmıyor. Tanpınar gibi bir derya bula bula Yunan yalanlarını mı bulmuştu? Ruhu şad olsun Antalyalı bir kıza mektup yazarının! beni affetsin atalarımızı, geçmişimizi çok çabuk unuttuğumuz geçmişten ders almadığımız doğru ama Oedipus'un gibi babalarımızı öldürmedik, baba düşmanlığı yok bizde. Batı kültüründe baba düşmanlığı önemli bir yer tutar. Mesela Dostoyevski'nin ünlü romanı Karamazov Kardeşler, Shakespear'ın Hamlet'i baba düşmanlığını işleyen başlıca eserlerdir. Bizim kültürümüzde de baba-oğul çatışmaları var ama bakın eski kaynaklar da bile bu karmaşa çok manalı bir şekilde anlatılıyor.

Ey oğullar Hak veriptir size akıl-ı tiz

Atalarınızın hakkını gözetiniz

Baba ister oğul için dini dünya hayrını

Oğlunun fikri kim atam öyleydi ...

Bu günde şairlerimizin şiirlerinde ata, baba sevgisi önemli bir yer tutar. Cemal Süreyya atasının ölümü üzerine yazdığı şiirinde bakın neler anlatıyor, neler yitirdiğine nasıl hayıflanıyor!

"Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum

Yıkadılar, aldılar götürdüler

Babamdan ummazdım bunu kör oldum"

Şair babası ölünce neden kör olmuş onu siz bulun! Seversiniz, sevmezsiniz orası size kalmış (ki ben sevemedim) Aziz Nesin de babasını şöyle anlatır

"Dünyanın en iyi babası benim babamdır

Düşmandır düşüncelerimiz

Dosttur ellerimiz

Dünyada tek elini öptüğüm

Babamdır"

Azerbaycan Türkçesini altın ipliklerle kıymetli bir halı gibi dokuyan Muhammed Şehriyar Haydar Babaya Selam adlı şiirinde babasını bakın nasıl tasvir ediyor?

Menim atam sofralı bir kişiydi, 
El elinden tutmak onun işiydi, 
Gözellerin âhire kalmışıydı, 


Ondan sonra dönergeler dönüpler, 
Mehebbetin çırağları sönüpler
. 

Benim babam ümmi idi, okur- yazar değildi. Yani anası Keçe'nin kızı Fadik Ebem'den nasıl doğmuş öyle kalmıştı. Baba günü görmemişti babasını anlatırken gözleri sulanırdı. "Atam harbe giderken ben kaçıp geziyordum, aklım herşeye yetiyordu" derdi.

Dedem Kafkas İslam Ordusu'nda, doğu cephesinde şehit düşünce üç kardeş yetim kalmışlar. Bu parmak kadar üç çocuk ebemle birlikte evi çekip çevirmişler. Muhanete muhtaç olmamışlar. Ben hayatımda bu üç kardeş gibi birbirine tutkun birbirine yangın kardeş ne gördüm birbirine yangın kardeş ne gördüm ne de duydum. Babamın bilinç altı pırıl-pırıl, arı-duru olduğu için duyduklarını bellediklerini kolay kolay unutmaz. Anlamını pek bilmese de kelam-ı kebirleri yerli yerine oturtur,şiiri, şairi tanımadan şiirler okurdu.Hasılı alim değildi fakat arifti.

Bize okuduğu iki dörtlük (Kimin olduğunu ben de bilmiyorum) ezberimde kalmış:

 

Evlat günü görmez oldu fukara,

Çukura çökeni mevlam çıkara,

Hiç itibar kalmadı avrattan ere

Şimdi türlü ikram parada kaldı

 

Hurşit'in vatanı kerbela ise

Yürü git dedi gene neyse

Herkesin evladı, hep böyle ise

Hurşit'in çektiği zahmete yazık!

Babam çocuklarına gücendiği zaman olayın arka planına uygun meseller, hikayeler anlatırdı. Bunlardan birisi var ki, kültürümüzde yalnızlık ve ölüm gelenekleriyle ilgilidir. Kültürümüzde yalnızlık ve ölüm gerçek İslam öncesi ve sonrasın çok zengin ve varlıklıdır.

Anlatacağım bu meselenin kültürümüzde ve başka kültürlerde de farklı uyarlamaları da var ama babamın anlattığı hepsinden güzel.

Memleketin birinde töre ve gelenek gereği yaşlı insanların elden ayaktan kesilip işe yaramaz hale gelince, ailelerin gençleri tarafından götürülüp bir tepeden aşağı atılarak ölüme terk edilirlermiş. Bir defasında evlat kocayan babasını sırtına vurup, o tepeden atmaya gitmiş. Tam atacağı sırada babası oğluna, oğlum beni şu ilerdeki tepeden at, ben babamı oradan attım, acı çekmeden hemen öldü' demiş. Oğlu "Baba benim oğlumda beni buradan atacak mı." diye sorunca, babası 'Oğlum bizim töremiz böyle, elbette o da seni buradan atacak" demiş. Bunun üzerine oğlu, "Öyleyse ben seni atmayacağım" demiş ve babasını evlerine geri götürüp bir yere saklamış. Hikaye bu ya memleketin yeni padişahı, ahaliden "kumdan zincir" yapmaları için ferman çıkarmış. Halk yapamayınca, halka çevr u cefa etmeye başlamış. Düşünceli ve dalgın oğul babasına azık götürünce, baba 'oğlum ben bu saçları değirmende ağartmadım, senin bir derdin var." diye sormuş. Oğlu padişahın fermanını, kumdan zincir yapamadıklarını, sıkıntılarını anlatmış. babası ondan kolay ne var, padişaha gidin, size bir örnek göstersin, baka baka yapın.' demiş.

Onlarda varıp padişahtan kumdan zincir örneği istemişler. Bunun üzerine padişah 'kim verdi bu aklı' diye sıkıştırmış. Onlarda "Biz yaşlı insanlarımızı götürüp bir tepeden atarız, bize akıl verecek, gün görmüş tecrübeli insanımız yok." Babasından öğüt alan evlat olayı anlatmış. Padişah da "O yaşlı ihtiyarı huzuruna çağırıp hürmet, izzet ikram göstermiş, o memleketin halkına da bu çirkin töreden vazgeçmeleri için nasihat etmiş, yasa çıkarmış. Babamın anlattığı bu mesel Japonların ünlü Ramayana Türküsü adıyla filmi çekilen "Ballad of Narayama'dan daha güzel ve anlamlı. Özgün adı Narayama Bushiko olan filmi seyrederseniz. (ki ben şahsen tavsiye etmem) iki kültür arasındaki farkı daha iyi anlarsınız.