KARGA köyü’ne.  Yirmi-otuz  kişilik  bir  göçmen…  gurubu geldi.
Köye  gelen  bu  göçmenler  kalbur,  elek  gibi  işler yaptıkları  için  onlara  “Elekçiler  geldi...”  diye  Köyde  nidalar yankılanıyordu. Elekçiler  muhtarla  konuşarak;
  -Bu  kış  bu  köyde boş  evlere  yerleşerek sizlerle birlikte  olmak  istiyoruz, dediler.
 Muhtar:
   -Sorun  çıkarmadığınız  müddetçe  kalabilirsiniz,  diyerek  elekçileri  gösterilen  boş  yerlere  yerleştirdiler.
Aylar,  geride kalan mevsimlerle vedalaşıp birbirlerinden  helallik diliyorlardı. 
Kış da  kendini  göstermişti  beyaz  gelinlik  giymiş bir  gelin  gibi  örtüsüyle...
Kar  her  tarafa  çöreklenmiş,  bir daha  gitmeyecekmiş  gibi  yerleşiyordu. 
Karga  Köyü’ndeki  insanlardan  el  becerisi  olanlar yaptıkları  işlerini  ve  becerilerini  sergiliyorlar;  tembellik yapmak  isteyenler  ise  soğuk  ve  uzun  gecelerde  bol bol uyuyarak  uyku  depoluyorlardı. 
İlkokula  giden  öğrenciler,  bir  ellerinde  çanta  diğer  ellerine de  odun  ve tezek  alarak sınıfta  sobalarını yakmak  için  okula  koşarak  gidiyorlar;
Ayaklarının  bıraktığı  izleri  sayarak  ve  arada  bir de  beyaz karlara  sırtüstü  yatıp  boylarının  ölçülerini  çıkartıyorlardı.
Tüfeği  olan  insanlar  ava  giderek  keklik, tavşan  ve yaban  güvercini  avlıyorlar,  ziyafet  vermeyi   sevenler de dostlarıyla  paylaşıyorlardı. 
Ziyafetten  hoşlanmayanlar  ise  kendi aileleriyle  paylaşıyorlardı.
Huri…  Nene,  komşularından  ve kendi  evinden alarak hazırladığı ekmek  kırıntılarını  bir  torbaya  koydu  ve  kapının arkasındaki  sopasını  da  alarak;
-Şunları  Sarı’ya  vereyim  de Ulu  Tepe’ye  kadar  götürsün,  kurtlar  kuşlar  bizden  nasibini isterler...
Dedi  ve  sızlayan  dizlerine’de  kısık  ses  tonuyla  seslenerek;
  -Ağrısanız  da,  sızlansanız da  benim  bunları  götürmem  lazım... 
Sarı’nın  evine geldi ve  elindeki  sopayla  kapıyı tıklattı.  Sarı’nın  hanımı  Sevgi,  kapıyı  gıcırdatarak  araladı.
Huri  Nene’sini  karşısında  görünce; 
-Buyur  nene, dedi.
Huri  Nene’nin içeri  girmesi  gecikince  Sarı geldi.
-Kim  o  hanım?  
Huri  Nene’yi  gördü.
-Hoş  geldin  Nene,  buyur,  dedi.
Huri  Nene Sarı’ya  elindeki,  daha  önce  hazırladığı  torbadaki  ekmek  kırıntılarını  göstererek;
-Yaradan’a  kurban , şu  hazırladıklarımı  Ulu  Tepe’ye  götür, her  zamanki  o  kayanın  dibine  dök  de  gel,  dedi.
Sarı:
-Nene  sen  içeri  geç  otur,  ben  dediklerini  yani  şu Ahiretliğini…  götüreyim  daha  sonra  gelirim,  dedi.
Sarı’nın  evde  misafiri  vardı.
Güz  aylarında  köye  gelen elekçilerden;
Güvercin ile  kocası   idi.
Güvercin  gibi  güzel  ve  bir  keklik  gibi  kaydalayarak  yürümesi  ve  beyaz  benizliliğinin   yüzünden de  olacak  ki,  ona “Güvercin” diyorlardı.  
Sarı  ve  hanımı  Sevgi ile  arası çok  iyiydi.
 Bu  yüzden  birbirlerine  gidip  geliyorlardı.  
Sarı  da geldi.  Soba  gürül gürül  yanıyor,  içerisi  çok  sıcaktı.
Huri  Nene:
-Çok  sıcak  oldu , dedi.
Sarı’nın  hanımı  Sevgi:
-Hamur  mayalamıştım  Nene, sobanın  fırınında  kuyruk  yağlı  çörek  yapacağım,  dedi. 
Evdekiler  yutkunarak:
-İnşallah , dediler. 
Odanın  sıcaklığına  aldırmadan  sobanın  fırınında  pişen  yağlı  çörekleri  tatlı, tatlı sohbet  ederek  sıcak çörekleri afiyetle yiyorlar.
Demlenen çaydan da yudum yudum içerek sohbeti koyulaştırıyorlar ve “komşu hakkıdır” deyip paylaşımlarını da ihmal etmiyorlardı...
Selam ve dua’larımla.