MEVSİMLER nöbet devredercesine vedalaşıp, bir Yıl sonra buluşmak üzere sözleşiyor. Yaşanan ömürleri de düven dişleriyle ezdirip hasat yelleri savuruyorlardı.
Soğuğuyla, bol Rahmeti ve Bereketi ile geçen Kış ayları yerini yeni Rahmet ve Bereketlere gebe kalan Bahar aylarına bırakmış... Gökyüzünün parıldayan ışığıyla ve Güneşin gülümseyerek cömertçe sergilediği sıcak dolu Sevgilinin Sevgilisiyle buluşurcasına tüm canlı ve cansız varlıklarla kucaklaşarak hasret gideriyorlardı.
Anadolu’nun Köylerinde olduğu gibi, Karga Köyünde de rençberin işleri açılmış Karıncalarla iddialaşırcasına bağlarını, bahçelerini ve bostanlıklarını ekiyorlardı.
Köyün içinde demir ve kaynak işleriyle uğraşan Demirci İsmail ve Demirci Kara’nın oğlunun da yüzleri gülüyordu . Çünkü Çiğdem toplamak için cemek yaptırmaya gelen Çocuklar ve kırılan pulluklarını tamir yaptırmaya gelen müşteriler, demircileri ziyadesiyle memnun ediyorlardı.
Çapa yaptım bahçesinde, bağında.
Çiğdem kazdım tepesinde, dağında.
Maya oldum yoğurdunda, yağında.
Çok şeyler güzeldi benim köyümde.
Sabahın serinliği yanakları okşayarak uyuyan gözlere sürme çekiyordu.
Harman yerinden Köyün içine doğru süzülerek gelen bir çift atlı araba göründü. Renk cümbüşüyle boyanarak süslenmiş at arabası ve atların boynunda takılı nazar boncukları, renkli kumaş parçalarla bezenmiş ve boyunlarında da takılı zillerden çıkan seslerle bir senfoni oluşturarak Demirci İsmail’in dükkanının önüne süzülerek geldiler. At arabacısı, elleriyle atların gemini geriye doğru çekip dudaklarını da titreterek at arabasını durdurdu ve kıvrak bir şekilde arabadan aşağıya atlayarak:
- Selamünaleyküm usta, dedi.
İsmail Usta:
-Ve Aleykümselam... diyerek, yılların verdiği bilgi ve tecrübesiyle ustalığına, kişiliğine yakışır bir şekilde gelen müşteriyle ilgilendi. Kaynak yapılacak pulluk demirlerini arabadan indirerek at ve at arabasını atlarla birlikte kenara çektiler. Yem torbalarını da atların boynuna takmayı ihmal etmiyorlardı.
İsmail Usta oğlu Doğan’a seslenerek;
-Oğlum Doğan, çabuk körüklü kömür ocağını yak ocağı alazlandır, dedi.
Doğan:
-Baş üstüne baba... diyerek ve kıvrak hareketlerle yapılması gerekenleri yapıyordu.
İsmail Usta, elindeki spatula ile kaynak yapacağı demirlerin çamurlarını temizliyor, bir taraftan da hafif mırıldanarak;
-Kurban, sizi bilemedim hangi Köydensin? dedi.
At arabacısı, söylenenleri pür dikkatle dinleyerek, aceleci ve çekingen bir ses tonuyla;
-Çavuş Köyünden geldim, dedi
Usta:
-Yaaa... Öyle mi? Hoş geldin, sefalar getirdin, dedi.
Ve sorularına devam etti:
-Kimlerdensin kurban?
Misafir:
-Şeyyy!...ustaa!.. diyerek sıkılgan ve çekingen tavırlarla;
-Şey... Babama bizim Köyde Deli İsmail derler, ben de onun büyük oğluyum, dedi.
İsmail Usta sıkılıp, ezilip büzülen müşterisine hafif. hafif gülücükler atarak;
-Niye sıkılıyorsun Kurban, dedi.
-Atın iyisine doru adamın iyisine de deli!... derlermiş, diyerek müşterisini o sıkılgan tavırlarından kurtarmaya çalışıyordu.
İsmail Ustanın oğlu Doğan, körük ateşinin ferini yükseltmeyle uğraşıyor, bir taraftan da başarılı bir çırak olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.
Elinde sopasıyla ve ayaklarıyla da yerleri çizercesine Köy sakinlerinden kör Memmet geldi:
-Selamünaleyküm, kolay gelsin!...
İsmail Usta yüksek sesle, diğerleri ise hafif mırıldanarak;
-Aleykümselam... dediler.
Memmet’in küçük yaşta yanlış tedavi sonucu gözleri görmez olur. Bu yüzden olacak ki, her yere ve herkesin yanına gitmezdi. Çünkü onunla dalga geçip eğleniyorlardı. Tek arkadaşı İsmail Usta’nın oğlu Doğan ve tek gittiği yer ise Cami ve İsmail Usta’nın demirci dükkanıydı. Orada yanan ocağın körüğünü bir o yana, bir bu yana çekiyor; öğleyin gelen yemekle de karnını doyuruyordu. Ustasının verdiği parayla da haçlık yaparak, “Ben de çalışabiliyor ve ben de bir işe yarıyorum...” diye düşünüyor, mutluluğun ve yaşamanın tadını çıkartıyordu.
Memmet, ayaklarını sürüyerek körük ocağının arkasında kalan dar ve karanlık bölüme geçerek elindeki değneğini her zamanki yerine koydu. Sırtındaki hırkasını da paslı çividen tutunarak asıp, körüğün saplarından elleriyle sağlı - sollu tutunarak, bir sağa bir sola çevirip kömür ateşine nefes gönderiyordu.
Çavuş Köyü’nden gelen Deli İsmail’in oğlu, yavaşça bir keklik gibi süzülerek Memmed’in çalışmasını seyre daldı. Memmet, körükleri bir sağa, bir sola çekiyor ve bir taraftan da “Ya Hay, Ya Hu...” diyerek kanatlanıp adeta gökyüzüne doğru bir güvercin gibi süzülüp gidiyordu. Memmed’i seyre dalan müşteri, gördükleri ve duyduklarından çok etkilenmişti .
İsmail Usta’nın yanına gelerek;
-Usta... Senin bu Körükçü Memmed’i seyrettim. O daracık ve karanlık yerde çok neşeli ve mutlu gördüm onu. Seyrederken benim de içimde bir huzur ve mutluluk oluştu. Usta be!... Onu seyrettikten sonra kendi kendime kızdım; böyle İnsanların!.... yanına varıp, onlarla ilgilenip arkadaşlık kurmayı hiç düşünmemiştim. Memmed sanki beni büyüledi... diyerek masumane ses tonuyla;
-Ne kadar yanlış yapıyormuşum usta be... deyip, İsmail Usta’ya ve Rabbine nefsini ihbarda bulunuyordu.
İsmail Usta da Memmed’e övgüler!... yağdırarak;
-Memmed’imiz bir tanedir... O, buranın gülü ve hayrı bereketidir, diyerek ona olan Sevgilerini yarıştırıyorlardı.
Selam ve dua’larımla.