Önceki gün ebediyete uğurladığımız, rahmetli babam gibi eğitim aşığı, öğretmen Ruhi Bakır hocamın cenazesinde neler yaşadığımı anlatmam çok zor.
Ama samimiyetinize inanarak, içimi dökmek istiyorum.
16 yıl öncesine gittim..
Yine bir Mart ayazıydı. 26 Mart’tı..
Bugün olduğu gibi, cenaze namazında ön safta babamın arkadaşları, etrafımda öğrenciler, öğretmenler ve yüzlerce seven..
Musalla taşında yatan Ruhi hocayla yaklaşık aynı yaşlardaki babam..
Gittim gittim geldim işte..
Ruhi hocamın ailesinin yaşadıkları, onların yüreğine düşen kocaman ateş..
Ne kadar tazeymiş oysa, 16 yıl değil sanki 16 saat önceydi..
Fırsat kolluyormuş her vakit.
Sonra, “Acının acısı” bu dedim kendi kendime..
...
Gidenin ardından yıllar geçse de,
Sevdiği şarkıları her duyduğunda duygulanmaktır acının acısı...
Leylim ley demektir bazen,
Çarşamba’yı alan selin Ordu’nun dereleriyle buluşmasıdır.
Sürmeli’dir, Ziya’dır, Çamlık’tır bazen adı..
Çareler içinde çaresiz kalmaktır acının acısı...
Her fırsatta acıdan payına düşeni almaktır.
Şimdiki zamanın kollarında çırpınırken,
Geçmişte kalmaktır acının acısı...
O’nun sevdiği kolonya hasret kokmaktadır artık sana.
Birçok şey yetim kalmıştır ardından..
Türküler, kokular..
O’nun sevdiklerinden sana kalanlar yetimdir artık.
...
Yaşın kaç olursa olsun, ne iş yaptığının,
Ne kadar para kazandığının,
Ailenin, çocuklarının hiçbir önemi yok.
Bundan sonra hep bir tarafın eksik değildir,
Bir tarafın yok olmuştur artık..
...
Zaman geçecektir fakat acısı geçmeyecektir.
Aradan geçen 16 yılın ardından yine bir Mart ayazında,
Sana bu duyguları yaşatır, sana bunları yazdırır işte...
Budur işte, budur acının acısı…
Ruhları şâd olsun.