Gözyaşlarımda ölümüne sallanırcasına seviyorum seni ve seni gölgemin gövdemi gömdüğü her adımda, kalbimin beni yarım bıraktığı musallanın üstündeki çaresizliğinde ve seni usumun sustuğu, gözlerimin kan kustuğu, dudaklarımın kuruduğu bütün susuzluklarda, çaresiz bir dağın başında ki tek başımalığımda, düşerken bir boşluğa, ölürken bir karanlığa ve doğmayı beklerken kara toprak altında, bütün sorgulanmalarımda, sorularda, çözümü olmayan özü çürümüş, ruhu göğün göğsünde kanat çırpmalarda, mavilerde, beyazlarda, karalarda, dehlizlerinin yedi kat altında, dövülürcesine, öldürülürcesine, cehennemlere düşürülürcesine, susuzluktan çatlarcasına, bilmediğim bütün sualleri hatırlamazken, kafamı taştan taşa çalarcasına, tek aşkını hatırlamacasına, sonuna kadar yanmacasına, durmadan ağlarcasına dedim ya seni ben gözyaşlarımda sallanırcasına seviyorum…
    Gittin oysa sen; tek bir haber, tek bir iz, tek bir satır bırakmadan ve ben boğulurken gecenin kuru dumanına, yaslarken başımı cehennem sıcağına dönüp bir kez bakmadın yüzüme. Bakmazdın da zaten, benim bütün bu yaslarıma aldırmazdın da. Oysa ben bir sese kalmışken, bir habere müjdelerin müjdesini vermeye razıyken yani parmaklarımı aç köpeklere doğramayı göze almışken, canımdan vazgeçmişken, dahası bir daha saçlarında parmaklarım asla dolaşamayacakken, kan revanda, rezil rüsva sokaklara düşmüşken, böylesine adamca sevmişken dönmedin sen…
    Acıları başına taç ettiğini biliyorum, biliyorum benden sonra hiç yaşamadığını ama biliyorum inadından da bir adım şaşmadığını, şaşmayacağını. Adını gurur koyduğun ahmaklığının başına neler açtığını, seni yüz bin defa pişman edip, milyon defa ağlattığını biliyorum ama dönmeyeceğini de ama döneceğinden ümidimi kesmeyeceğimi de biliyorum.
    Biliyorum çünkü en büyük ahmak benim…
    Yaranamadım göğün göğsünü yarıp içine hapsettiğim sevdama. Yaranamadım anadan babadan ayrı koyan bütün fedakârlıklarıma ve yaranamadım en büyük şahidim seni benden çalıp giden, yılan kıvrımı yolların bağrına düşen, uykusuz gecelerime. Yaranamadım fedakâr onca yılımın ardına ak düşen saçlarıma, oysaki yıllarca başımda taşımıştım sen gibi onları.
    Nereden bilebilirdim ki? Sırtımda taşıdığım onca yükün eşeklikten baki kaldığını, vefanın sen gibi nice vefasızın ikametgâh adresi olduğunu nereden bilebilirdim?
    Bilemedim başıboş yıllarımın kıymetini, bilemedim nice sabahın ayazında yollara düşerken, senden saklanıp gizlenerekten, ellerimin üzerinde donan gözyaşlarımın kıymetini. Oysaki hiç üzülme istemiştim. Oysaki beni anlıyorsun, saçlarıma dokunurken seviyorsun sanmıştım…
    Sanmışım sadece…
    Sanmaktan başka bir şey kalmamış, kimsesiz sensiz günlerimde hayalle gerçek arasında ki o küf kokulu tekliğimde… Yolun sonunda ki “anmak”, ahmakla, ahmamak arasında ki sanmaktan geliyor olsa gerek ve en büyük “ahmak” işte bu perişan yürek…
    Gözyaşlarımda ölümüne sallanırcasına seviyorum seni çünkü sen gözyaşlarımı gören tek kadınsın… Biliyor musun?
    Hala o gündeyim, parmakların saçlarımda dolaşırken, gözyaşlarımı saklamaya çalışırken ama sen dayanamayıp sarılırken sahiden seviyorsun sandım, sahiden sandım işte bütün oyunlarını, oyunbaz duruşlarını, düzenbaz bakışlarını hüzün baza çıkan ağır yaralı yüreğin sandım ve o yüreğin hiç kırılmasın ben yok olayım saydım, gözyaşlarımı soğuğa saldım sonra… Biliyorsun dondu sensiz gözyaşlarım…
    Bütün bunlara tek sebep… “Çünkü sen gözyaşlarımı gören ilk ve son kadındın…”