SIVAZLADIĞI gömleğinin kollarını indirip, düğmeledi. Ceketini giyindi.  Beyaz önlüğünü, ardından da her iki koluna kolluk takıp, fırından tepsi ile çıkarttığı, üzerinden dumanı yükselen, kızarmış koyun-kuzu kellelerini önce parağının ucuyla, daha sonra da demir bir çubukla yokladı. 'Tamam çok güzel olmuş' diyerek, kendi kendisine söylendi. Fırın ile tezgah arasında uzalı duran fırıncı küreklerinin altından eğilerek geçerken, 'Osmaaan, Şinasiiii' diye seslendi. 'Bunlar tamam, biriniz bana yardım edin, dışarıya çıkartalım, biriniz de diğer tavayla ilgilensin' diye devam etti...
Osman abim, Necati dayım ile birlikte kızarmış kelleleri dışarıya taşırken, Şinasi dayım da fırıncı küreklerinin altından eğilerek, fırının başına geçti. Fırının kapağını açtı. Yanan ateşi karıştırıp, kapağı tekrar kapattı. Tol Çarşı'nın Meydan Yeri Caddesi'nden girişte, sonlardaki işyerleri arasındaki fırının önünde duran tahta, iğreti masanın üzerine öğlen vaktine yakın bir saatte konulan tepsinin başına geçen namıdeğer 'kelleci' Necati dayım, 'Acıkanlara pişmiş kelleee' diye bağırıp, satışa başlamasıyla sıraya giren esnaf ve vatandaşlar 'bir tane de bana, usta' şeklindeki taleplerine, 'arkası var, hepinize yeter!' uyarısında bulundu...
Fırından birbiri ardına tepsilerle sokağa çıkartılan pişmiş, kızarmış koyun-kuzu kelleleri yaklaşık bir saatlik süre içerisinde tükenmeye başladı. Tol Çarşı'nın bir ucundan diğer ucuna kadar yükselen yoğun koku, Meydan Yerine, Tol Çarşı'nın diğer ara sokaklarına doğru yayılmaya başladı. Necati dayım, fırına girerken, Osman abimde kelle tepsilerini toplayıp, ertesi güne hazır hale getirmek için, hamurhane bölümüne taşımaya başladı. Artık kıymalı pide zamanıydı. Şinasi dayım, son kıymalıları fırına gönderip, içeride pişenleri dışarıya gönderip, yerini Necati dayıma bıraktı. Sessiz sedasız...

TOL ÇARŞI ESNAFI...

Tol Çarşı, Yozgat'ın ticaret merkezi...Meydan Yeri'nden girişinden, ana caddeye doğru uzanan sokak her zaman olduğu gibi kalabalık. Sağ tarafta 'Tenekeci' olarak adlandırılan, soba, çatı oluğu gibi malzemeler üreten esnaf, ritimli bir şekilde çalışıyorlardı. Sol tarafta, rengarenk, ayaküstü meyhaneleri... Fazla değil, iki-üç işyerinden ibaret... İki berber, kalaycı, bakırcı, nalburiye, fırın şeklinde sıralanan işyerlerinin son kısmında köşede, atları, eşekleri nallayan nalbat...
Caddeye girdiğinizde kulağına gelen seslerin ritmiyle yürürken, kendinizi doğal bir müzik kutusu içerisinde raks eder gibi bulursunuz. Girişteki tenekecinin çekiciyle her vuruşunda, çıkan sese, bakırcının çekiciyle çıkardığı ses, kalaycının darbukayı andıran, kalaylacağı helkenin tamir sesi karışıyor. Oluşan ritim, diğer seslerin bir biriyle uyumu ruh halinizi rahatlatmaya yetiyor... O ritim içerisinde Necati dayımın, 'acıkanlara pişmiş kelleeee' nidası, diğer taraftan yükselen 'hazır mı usta!' narası eşlik ediyor...

ŞAHİNDE'NİN NARASI...

Çalışan, üreten ustaların tutturdukları ritim, esnafın satış yapmak için çıkardığı sesleri, Paşanın Hamamı'nın önünden yükselen başka bir nara bozdu. Sokağın diğer başında görünen, avazı çıktığı kadar bağıran Şahinde, tüm dikkatleri üzerinde toplayıp, sahneye çıkan astsolist havası estirdi...  Bütün sesler/ritimler durdu... Necati dayım, Şahinde'yi sakinleştirmeye çalışırken, bu kez sokağın Meydan Yeri girişinden başka bir ses yükseldi...
Kasketini yana yatırmış, ön dişlerinden bazıları bulunmayan, esmer, gözlerini kırparak bakan bu delikanlının narasına yöneldi tüm dikkatler. Kapının önünde bekleyen berber Ragıp amca, bu delikanlının yanına gitti. Sakinleştirmeye çalıştı. Top Çarşı sokağında bir süre sessizlik oluştu. Bir tarafta Şahinde diğer tarafta diğerini sakinleştirme çabaları... 
Tol çarşının iç kısımlarına açılan ara sokakta elinde sopası, başında beresi, kınalanmış gibi, sakalı, uzun saçları, ayağında tastik soğukkuyu. Çoraplar, pantolonun paçalarının üzerine çekilmiş, dev görünümlü bir ademoğlu... Belirdi. 'Tekkeli deli Çavuş da geldi' denildi. Bir kovboy edasıyla, omuzunda taşıdığı heybesini düzeltti... Sokağı, bir ucundan, diğer ucuna doğru süzdü. Hiç konuşmadan Necati dayımın yanına geldi. Beni gördü, yanaklarımı sıktı. 'Dayımın oğlan değil mi?' diye dayıma sordu. 'He.. he.. deli İhsan'ın oğlu' diye yanıt veren Necati dayım, Tekkeli Deli Çavuş'un sırtına elini koyup, fırından içeriye soktu. Çarşı sokağı yeniden eski ritmine kavuştu...

YEMEK ZAMANI...

Tekkeli Deli Çavuş ile orada tanıştık. Daha doğrusu, henüz küçük bir çocuğum. O beni tanıdı, sevdi. Fırındaki müşteri çekilmiş, kıymali pideler, güveç çanakları götürülmüştü... Tezgahın üzerinde bir güveç çanağı daha duruyordu. Necati dayım, 'hadi, sofrayı kurun, biz de karnımızı doyuralım. Daha çörekler pişirilecek!' diye, çalışanlara seslendi...
Ekmek tezgahının kenarına kağıtlar serildi. Pideler bölündü. Herkes çanağın etrafına doluştu. Küçük olduğum için yaklaşamadım, çanağa... Dayım tezgahın üzerine çıkartmak için uzandı... Tekkeli Deli Çavuş bacaklarıma yapıştı, kaptığı gibi dizine oturttu. Bir lokma kendine, bir lokma bana verip, güveç ile karnımızı doyurduk. Parmak çörekler fırından çıktı. Sıcak sıcak satışa sunuldu...