İleri gazetesinde ilk köşe yazım 1999’da yayınlanmıştı.
Amcam Mükremin Kayhan’ın tavsiyesi ile elime aldığım kalemi o günden bu yana hiç bırakmadım. Aslında bu sayede babam Rasim Kayhan’ın güçlü kaleminden nasiplendiğimi, Hakk’a yürürken bana bıraktığı tek mirasın ismi olmadığını anlamıştım.
15 günlük, haftalık derken günlük yazmaya başlamıştım. İş yoğunluğu nedeniyle dönem dönem yazılarıma ara verdiğim oldu. Yine de yazmaktan, elimdeki kalemden hiç kopmadım. Bu her alanda hayatımın bir parçası oldu.
Gazetenin dışında, sosyal medyada da yazılarıma devam ettim, ediyorum…
Bugün de yeni bir 1 Haziran günü, İleri’nin yıldönümünde yazmak nasip oldu.
İleri’de ilk 1 Haziran yazısını 34’üncü yıldönümünde yazmıştım. 2000 yılının 1 Haziran’ıydı…
34, 44, 48 derken bugün 50’nci diyebilmenin gururu var içimde. Tarifi mümkün olmayan bir mutluluk bu…
Arkadaşlarımla birlikte dirsek çürüttüğümüz gazetenin bir çınar gibi kök salması, yıllara meydan okurcasına ayakta kalması tabi ki kolay bir hadise değil.
Ayrıca; gazetecilik dışardan görüldüğü gibi bir meslek değil. Yıllardır içindeyim, çok şeye şahit oldum. Öncelikle kişisel çıkarları bir kenara bırakıp memleketin menfaatlerini düşünmek zorundasınız. Bu anlamda tartışmalar yaşadığımız da oldu, karşı karşıya geldiğimiz kişi veyahut kurumlar da oldu.
Yani, 50 oldu ama öyle kolay olmadı…
Bu yarım asırlık çınarın altında tecrübe kazandım. Çok insanla tanıştım. Siyasetçisinden bürokratına, esnafından işadamına, öğrencisinden öğretmenine, sivil toplum kuruluşu temsilcilerine kadar sayısını hatırlayamayacağım insanla diyalog içinde oldum.
Velhasılıkelam, her insan bir dünyadır düsturundan hareketle, herkese kapım açık oldu, olmaya da devam edecek...
Dostluklarımız İleri ile perçinleşti.
20 yıla yakın hukukumuz olan ve kendime yol arkadaşı olarak gördüğüm, Tarık Yılmaz’la İleri’nin nice sayısını arşivledik.
Tabi ki, çok sayıda değerli insanla tanışma, çalışma fırsatı buldum İleri Gazetesi’nde.
Mesela Saygı Öztürk, bizler gibi vaktiyle bu sütunlarda dirsek çürütmüş bir ağabeyim. İlk günden beri irtibatımız hiç kopmadı, bana ağabeylik yaptı. Hakkını ödeyemem.
İleri’nin emektarlarından Ayhan Köylüoğlu gibi ebediyete uğurladığımız ağabeylerim oldu. Mekânları Cennet olur inşallah.
Seyfi Çelikkaya gibi bir duayenle paylaşımımız halen devam ediyor. Benim için hem bir usta, hem de bir ağabey…
Bu listeyi uzatabilirim. Salim Taşçı, Sezai Bayar ve ulusal basından tanıdığımız Emin Çölaşan, Bekir Coşgun gibi değerli kalemlerle tanışma imkânım oldu.
Hepsi yaşça benden büyük, meslekte daha deneyimli insanlar. Hepsiyle bir ağabey-kardeş ilişkimiz oldu.
Şöyle düşünün; yazılarınızı yeni yeni kaleme alıyorsunuz, ulusal basında dirsek çürüten duayen bir gazeteci sizi arıyor ve değerlendirmede bulunuyor. Bunlar yeni başlamış, genç bir kalem için önemli hadiselerdir. İşte ben bunları yaşadım.
Ayrıca; her ne kadar babamın ömrü vefa etmemiş olsa da, büyükbabamın beni arayıp yazılarımı, gazetedeki haberleri, röportajları değerlendirmesi benim için bulunmaz bir nimetti. Her ikisinin de mekânları Cennet olur inşallah.
Dün, büyükbabam Nazım Kayhan ve babam Rasim Kayhan, bugün amcam Mükremin Kayhan’la, üç kuşaktır bu sektörde varlığını sürdüren bir ailenin mensubu olarak; eğilip bükülmeden, inandığım doğrular ışığında bu mesleği icra etmeye çalışıyorum.
Her insan gibi, elbet hatalarım olmuştur ama iyi niyetim daha fazladır.
Vicdan insanın pusulasıdır ve ben bu pusulayı hiç elimden bırakmamış olmanın huzuru ile bugün yazmaya devam ediyorum.
İleri’nin 50’nci yaşını görmek, bu özel sayıda duygularımı kaleme almak nasip oldu.
Nice 50 yıllara inşallah.
Sağlıcakla kalın…