İLKOKUL öğretmeni olan babam rahmetli Ali Rıza Köktürk, aynı zamanda bir folklor araştırmacısıydı. Büyük ve Küçük İncirli köyleri ile Yozgat merkezde çalıştığı yıllarda, yörenin kültürel değerleriyle ilgili birtakım derlemeler yapmış; çeşitli kaynaklara ulaşmış ve bunları benimle paylaşmıştı. Bunlardan biri de folklor araştırmacısı, senarist, şair ve yazar Sayın Ertuğrul Kapusuzoğlu’nun 1995 ve 1996 yılı için hazırladığı “Yozgat Kültür Takvimi”ydi. 

Büyük bir emek ve özveriyle hazırlanıp yayımlanan Yozgat Kültür Takvimi benim çok ilgimi çekmişti. Ayaklı bir Yozgat ansiklopedisiydi sanki. İçinde Yozgat’la ilgili yok yoktu. Çeşitli atasözleri, bilmeceler, sayışmacalar, mâniler, fıkralar, daha neler neler… 

Her yaprağını beğeniyle okudum Yozgat Kültür Takvimi’nin. O yıllarda Yozgat dışında olduğum için bir özlem giderici oldu bana. Onunla Yozgat’ı yeniden yaşadım. Çocukluğumun o güzel günlerine döndüm. Karmaşık duygular içinde kaldım. Duygulanıp sevindim, hüzünlendim.

Yeni kuşağın Yozgat kültürüyle ilgili eski çalışmalardan haberi olduğunu pek sanmıyorum. Bilenlere anımsatmak, bilmeyenlere de tanıtmak için Sayın Ertuğrul Kapusuzoğlu’nun hazırladığı bu kültür takviminden birkaç fıkra sunuyorum sizlere. Bu fırsattan yararlanarak Yozgat’la ilgili pek çok araştırma ve incelemeye imza atmış olan değerli hemşehrimiz Sayın Ertuğrul Kapusuzoğlu’na teşekkürü de bir borç biliyorum.
 

PAZARIN TADI YOK
 

Eğnelli köyü muhtarı Üsük Kâ, sabah erkenden Peyik’e pazara gitmiş. Kendi götürdüğü malı satarken eve de ufak tefek almış tabii. Fakat bu sırada ne olmuş, nasıl olmuş, bilinmez; bir kavga çıkmış. Hani muhtar ya bizim Üsük Kâ, hemen araya girmiş; ayırmaya kalkmış kavga edenleri. Fakat o da ne? Sanki kavga edenler anlaşmışlar gibi,

Ulan sana ne elin kavgasından, demişler ve hepsi bir olup bizim Üsük Kâ’ya bir sopa çekmişler amma, olursa da öyle olsun.

Üsük Kâ, millet beş vurduysa kendisi de ancak bir vurabilmiş. Gururuna yedirip karakola da gidememiş ve eşeğine bindiği gibi kös kös  Eğnelli’nin yolunu tutmuş.

Yolda, henüz pazara yeni giden köylülerine rastlamış. Köylüler muhtarlarına sormuşlar:

Uğurlar olsun Üsük Kâ, pazar nasıl?..

Üsük Kâ, gözündeki morluğu göstermemek için şapkasını öne yıkarken eşeğini de nodullamış:

Yok adam kulağasma, pazarın tadı yok.

POPONA Bİ İNNE BATIRIYOM

Sayın Süleyman Sökmen, Sürmeli türkümüzü en iyi yorumlayan hemşehrilerimizdendi. Bu güzel yorumun temelinde, onun küçüklüğünden beri müzikle uğraşması ve Sürmeli söylemesi gelirdi.

İşte Süleyman Sökmen, çocukluğunda ve gençliğinde öyle güzel Sürmeli söylermiş ki Yozgat’ın büyükleri ne zaman onu yakalasalar zorla, şerle, hatırla bir Sürmeli söyletmeden bırakmazlarmış. Öyle bir an gelirmiş ki Süleyman Sökmen çarşıya çıkamaz olurmuş.

Tabii Yozgat’ın Sürmeli sevdalıları da o daha çok yanlarına gelip daha çok Sürmeli söylemediği için Süleyman Sökmen’e kızarlarmış.

Aradan zaman geçmiş, Süleyman Sökmen Ankara’da yapılan bir ses yarışmasında birinci olmuş; o arada da Sürmeli’yi plağa okumuş.

Tabii tüm Yozgat’ta, pikabı olan herkeste Sürmeli plağı varmış.

Bir gün Süleyman Bey Yozgat’a gitmiş. Daha önceleri kendisine zorla Sürmeli söylettiren yaşlı bir hemşehrimiz ona demiş ki:

Ula Sülüman, neyine şişiyodun lan? Bir plağını aldım, popona bi inne dürtüyom, sana akşama kadar Sürmeli söylettiriyom, haberin olsun.

ALNIMIZIN AKIYLA 
HESABIMIZI VERDİK
 

Bir adam, yüz baş koyununu bir çobana bakıp beslemesi şartıyla ortağa vermiş.  

Aradan bir zaman geçmiş. Çoban; başka yerde oturan ortağını, elinde bir deri ve bir sitil yoğurtla ziyarete gitmiş:

― Efendim maruzatım vardır.

― Buyur.


― Buyuran kölen.

― Bizim koyunlar nasıl?


Onu arz edecektim. Şöyle oldu: Yer yarıldı, gök çatladı; yetmiş ikisinin ödü patladı. Önden gitti baş toklu, arkasından beş toklu. Onunu verdim kasaba, onunu da katma hesaba. Kurt kaptı birisini, birinin de getirdim derisini. Bir ara koyunun birazını sağdıydım, gelinim bir sitil yoğurt çalmış. Şimdi kabadayılık bende kalsın; yarısını bile almadan, hepsini sana getirdim ağam. Buyur, afiyetle ye!

― Yani yüz koyun gitti öyle mi?..

― He ya ağam, öyle görünüyo!

Adam dayanamamış, çobanın elinden yoğurdu kaptığı gibi tepesinden aşağı geçirivermiş.

Çoban yüzsüz, elini yoğurtlu yüzüne çalmış:

Elhamdülillah, yüzümüzün akıyla hesabımızı verdik!

***

Yüzünüzden gülücüklerin eksik olmaması dileğiyle…